Friday, February 10, 2012

RICK STEIN vs. GORDON RAMSAY

Bu ara yemek programlarına merak saldım, aslında yemeğe ilgim çok eskiden, çocukluktan geliyor. Tombul çocuk sağlıklı çocuktur inancının hüküm sürdüğü dönemlerde abur cubur ve yemek yeme zevkine varmış talihsiz bir kişiyim. Bu izlediğim yemek programları öyle her programda "aman bunu da yedim damağım çatladı"dan başka laf söylenmeyen veya 2-3 konuğu oturtup karşısına, uyduruk yemekler yapılan programlardan değil.

Biri BBC HD'de Rick Stein'ın programları. Dünyayı dolaşarak değişik yemekler sunuyor bize. Rick Stein ünlü bir İngiliz şef. Aslında edebiyat mezunu ama restoranları var ve profesyonel olarak bu işi yapıyor. Sanırım 60lı yaşlarında, pembe beyaz, hafif tombul ve kassız, hatta biraz löpürdek, saçları yarım dökülmüş, güleryüzlü bir İngiliz amca. Dünyanın değişik yerlerini karış karış gezip, gittiği her yerin yerlisiyle oraya özgü yemekler pişiriyor ve yiyor. Programın Avrupa ve Uzak Doğu  bölümlerini izleyebildik. Her bölümden sonra da Mahir'le beraber açlık krizine girip değişik yemekler pişirmek istedik! Rick Stein bence eski ve yok olan bir akımı temsil ediyor. Azla yetinir ve mütevazı bir hali var. Meraklı ve araştırmayı seviyor. Balıkçılarla balık tutuyor, sonra teknelerinde onlarla beraber pişirdiklerini yiyor. Küçük ve salaş yerlere de gidiyor ve midesi bulanmadan bulduğunu yiyor ve isabetli de yorumlar yapıyor. En güzeli de, gittiği her yerin tarihi ve politik durumundan da bahsediyor ki, artık bu tarz dolu programlar ve insanlar ne yazık ki gitikçe azalıyor. Uzak Doğu programının bölümlerinden birinde, orada öğrendiği yemeklerden birini evinde yaparken şöyle söylemesi benim için vurucu oldu açıkçası: "Orada sürekli iç savaşlarla insanlar ölüyor, kaotik bir ortam var, bazı yerlerde açlık var. Durum buyken benim burada rahatça yemek pişiriyor olmam tuhaf geliyor." Giydiği pembe tişörtleri, oraya buraya kafasını vurup "Asyalılar küçük insanlar, o yüzden tavanlara çarpıyorum" demesi, ünlü ve zengin bir şef için oldukça küçük ve sade olan mutfağı, yemekten ve değişikliklerden keyif alması, kültüre verdiği önem, ve en önemlisi yemeğinin gelmesini beklerken kitap okuması -ki bunu ben de yaparım- beni kendisine ısındırdı. Diğer programlarını da izlemeyi keyifle bekliyorum.

Diğer izlediğim program da bir önceki yazıda anlattığım Hell's Kitchen. Gordon Ramsay programın temel adamı, onu da bu programda tanıdım. O da bir İngiliz, 40lı yaşlarında. Eski bir futbolcu, çok çok ünlü ve zengin bir şef. Ancak, Gordon Ramsay de benim için yeni dünyanın marka insanlarını temsil eden iyi bir örnek. Onunla her şey çok mükemmel, titiz, dakik, hızlı, rekabetçi, hırslı olmak zorunda; tüm bunların sonunda da kaçınılmaz olarak karşımıza stresli, asabi ve lafını esirgemeyen bir adam çıkıyor. Adam restoranları, kitapları ve programlarıyla dünyaya yayıldıkça yayılıyor.

Yani Rick dünyayı tanımaya çalışırken, Gordon kendini dünyaya tanıtmaya çalışıyor. Tam 2000lerin adamı Gordon Ramsay. Bir yandan bana eski zamanların adamlarına kafa olarak daha yakın olduğumu hissettirirken, diğer yandan da işine olan tutkusu ve mükemmele olan arzusu yüzünden saygı duyduruyor. Eskiler çok müdahale etmeden keşfediyor, özümsüyor ve bir duygu yolculuğu yaşıyor sanki, daha doğallar. Yenilerse daha kurgu, daha profesyonel ve hatasız. Ama bir duygusal tecrübe veya tatmin bulmak zor.

Birbirinden tamamen farklı, uç noktalardaki bu iki adamın ikisini de izlemek oldukça keyifli. Biriyle romantik bir kültür gezisi yaşayıp gevşer ve zamanı yavaşlatırken, öbürüyle "Allah'ım kariyerimde ne yapmak istiyorum? Daha rekabetçi olup daha çok çalşmalıyım." diye düşünmeden edemiyorsunuz. Benim içim yine de Rick Stein'a daha çok değer verme yönünde. Sonuçta hayat robotik bir şekilde çalışıp para kazanmaktan ibaret değil. Yanlış anlaşılmasın para kazanmaya karşı değilim, hatta sonuna kadar savunanlardanım. Ama parayı sadece yatlar, katlar, malikaneler, arabalar vs. için kazanmak değil benim söylediğim; o parayı harcayacak kültür birikimine de sahip olmak gerek.

No comments:

Post a Comment