Tuesday, February 7, 2012

KÜÇÜK KADINLAR (LITTLE WOMEN)

- Orta okul ve lise yıllarında evirilip çevirilip karşımıza ödev olarak çıkan romanlar ve yazarlar vardır, Ömer Seyfettin kitapları ve Çocuk Kalbi ilk aklıma gelenler. Küçük Kadınlar bu furyadan çok etkilenmemiş bir roman olsa da, basitleştirilmiş versiyonları kitapçıları her daim süsleyen ve "temel eser" kategorisine giren kitaplardan birisi. Amaaaa, benim için yeri hepsinden ayrı çünkü 1800lerde yaşamış ve devrine ters düşmüş, sesini o zaman duyuramamış ve kadınlara -ve de duyarlı birkaç erkeğe tabii :)- hayatını ve ruhunu dökmüş bir kadının eseri Küçük Kadınlar.

- Film ve kitabı bütünleşik anlatmak istedim çünkü, bazı örneklerinin aksine bu film kitabın çok dışına çıkılmadan hazırlanmış. Olaylar baş karakterimiz, dört kız kardeşin ikinci en büyüğü olan Jo'nun gözünden anlatılıyor her ikisinde de. Bana kalırsa Jo, kitabın yazarı Louisa May Alcott, diğer kızlar onun kardeşlerinden esinlenilmiş karakterler ve hikaye de yazarın hayatı ile hayallerinin karışımından oluşuyor.

- Bu arada, her ne kadar filmin adı sadece Küçük Kadınlar olsa da, aslında hem Küçük Kadınlar hem de ailenin hayatının devamının anlatıldığı İyi Eşler kitaplarından oluşuyor. İyi Eşler ne yazık ki ilk kitap kadar tanınmıyor, o yüzden izleyenlerin %99'unun bu ayrımın farkına varmadığına eminim.

- March Ailesi 1800lerde Harvard'da yaşıyor ve iç savaşın fakirleştirici etkisi onların üzerinde de baskısını kuruyor. Savaştan önce çok kar getirmese de, bir okul sahibi olan babanın savaşa katılmasıyla aile iyice fakir düşüyor ve birbirlerine sarılmak zorunda kalıyorlar. Her ne kadar babaları yanlarında olmasa da, güçlü ve ortalamadan uzak bir annenin koruyucu kalkanı aileyi bir arada tutuyor. En büyük kardeş Beth, yumuşak huylu, ev işlerine yatkın, evlilik hayalleri kuran güzel bir kız. Jo ile aralarında bir yaş var. Jo, dönemin tüm kızlarının ve kısmen kardeşlerinin de aksine asi, özgür ruhlu, dışa dönük, enerjik bir kız, inandıkları uğruna savaşmaktan çekinmiyor. Üçüncü kardeş Beth içine kapanık, sanatkar ruhlu, iyi piyano çalan, iyiliksever ve duygusal bir karakter. En küçükleri Amy, geleneksel kadın tavrını tam anlamıyla yansıtarak güzellik, moda, pragmatizm, kurnazlık, giyim-kuşam ve erkeklerle kafayı bozmuş bir güzellik kumkuması.

- Kızlar kendi dünyalarında masalsı bir mutlulukla hayatlarını sürdürürken, komşu evin torunu Laurie Avrupa'dan çıkıp geliyor bir gün ve anında kızların ilgisini çekiyor. Tabii kızların hareketli dünyası da, yalnızlık çeken Laurie'nin ilgisini. Zaman içinde birbirlerine yakınlaşıyorlar, Laurie'yi aralarına alıyorlar ve kardeşsiz Laurie dört kardeşe, kızlar da bir erkek kardeşe kavuşuyorlar. Laurie ve Jo'nun kendilerine biçilmiş cinsiyet rollerinden uzak, maceracı çocuk ruhları eğlencelerine eğlence katıyor.

- Sıradan gibi görünen olay akışının içinde evrensel ve örnek alınması gereken insancıl mesajlar var. Örneğin fakirlikten çekinmeyen ve paylaşmayı zevkle vazife bilen bir aile, kızlarına sürekli para için değil sevgi için evlenmelerini öğütleyen gizli feminist bir anne, yapımında köleler çalıştırıldığı için ipek giymeyen genç kızlar bunlardan sadece birkaçı. Amy'nin öğretmeni "Kız çocukları eğitmenin dişi kedileri eğitmekten farksız" olduğunu söylemesiyle birlikte annelerinin Amy'yi okuldan alması, çevrelerindeki kadınların sadece dekoratif motifler olmayı kabul ederek yaşamlarına devam etmelerinin kınanması da başka örnekler.

- Sadece kadınların özgürlüğü üzerine yazılmış gibi görünse de, çift tarafın da gözünden bakmaya çalışmış Alcott. Laurie üniversiteye giderken Jo onu kıskandığını ve kendisinin de okumak istediğini saklamıyor. "Neden evlenmek zorundayız?" diyerek hayatının tek bir amaca indirgenmiş olmasını sorguluyor. Jo böyle düşünürken, Laurie de, "Neden siz evde özgürce resim yapar ve yazı yazabilirken ben okula gitmek ve sonra da çalışmak zorundayım, sadece müzikle uğraşamıyorum?" diye bir sorgulama içine giriyor. Toplumun kadına ve erkeğe biçtiği roller duygusal bir yolla sorgulanıyor böylece hem bir kadın hem de bir erkeğin gözünden.

- İşin özünde verilen mesaj bence kişinin bilinçli veya bilinçsizce dilediği yaşamı sonunda bulması. Beth mutlu bir evlilik yaparak evinin nazik hanımı oluyor. Jo özgürlüğü ve sevgiyi buluyor, kendi okulunu açıyor. Amy zenginliğe Laurie'nin aşkıyla kavuşuyor, Laurie de hep istediği gibi March ailesinin bir parçası oluyor. Tüm bu güzelliklerin üzerine düşen gölgeyse duygusal Beth'in iyilik yapmaya gittiği aileden kaptığı kızıl hastalığı sonucunda güçsüz düşmesi ve aralarından ayrılışı. İyilikten maraz doğar lafını doğrularcasına yaşanan bu olay yine de, olayların akıcılığını ve iyilik sarmalını bozmuyor. 

- Sonuç olarak, Alcott gücünü kaybetmeden, istediklerinin ardından giderek ve genele uymayarak nasıl zarif, kişilikli ve çevresine yararlı bir kadın olunabileceğini gösteriyor March kızları ile. Çağdaşı ve benzeri Austen ile karşılaştırılınca aralarında her anlamda yakınlık bulmak mümkün. Ama Austen tamamen mutlu sonlar yaratırken, Alcott karakterlerini başarısızlıklar ve güçsüzlükler içinde mutlu etmeyi başarıyor. Jo'nun kocası Profesör Bhaer'in de Austen'in ünlü Mr. Darcy'sinden daha kusurlu olduğunu belirtmekte fayda var. Alcott her açıdan daha gerçekçi ama yine de pek çoklarına göre gerçek olması güç bir dünya seriyor önümüze. Üzücü olan nokta ise, yıllardır özellikle kadınlara tekrar ve tekrar yoğun duygular yaşatan ve romantizmi en güzel halleriyle yakalamayı başarmış bu iki kadının hayatları boyunca yalnız kalmış olmaları.

- Oyuncuları da es geçmemek gerek. Önce Christian Bale'e değinmeden geçemeyeceğim. Laurie'ye fiziksel olarak benzemese de, çok tatlı bir performans sergiliyor her zamanki gibi ve sonuçta Amy'i kıskanmadan edemiyorsunuz :) Winona Ryder'ın hırsızlık olaylarını hatırlamazsak eğer, duru ve masum, karakteri iyi yansıtıyor. Anne rolüne Susan Sarandon çok yakışmış, Kirstin Dunst da küçük Amy rolünde yer yer itici ama sevimli. Türü bayık bulmayanlardansanız, mutlaka izleyin ve hatta okuyun derim.

- ilhamavcisi'nin notu 8/10.  

No comments:

Post a Comment