
- Hükmünün Tanrı tarafından kendisine verildiğine inanmış mıdır tüm hükümdarlar? Hayatlarını uğruna feda ettikleri yönetme güdüsünü zevkle kucaklamışlar mıdır, yoksa sonsuz güçlerinin özgürlüğünde boğulmuşlar mıdır? Bize yansıtıldığı kadar güçlü ve insanüstü olabilirler mi, yoksa tüm güçsüzlükleri ve insani yönleri törpülenerek mi bize tanıtılmıştırlar? Sonuncusu ne yazık ki kulağa daha mantıklı geliyor. Her insan eşit şartlara doğmasa bile, aynı pürüzleri ve benzer zayıflıkları taşıdığı ve kitlelerin hep kendinden güçlü ve üstün bir varlığa inanmak istemeleri yüzünden tarihi yanlış biliyoruz ve insanları yanlış tanıyoruz. Tüm bu şaşırtmacanın içinde, yine de güçlü iradeleri ve yönetim kabiliyetleri ile öne çıkmayı hak edenler tabii ki var.
- Tarihin tanıdığı en büyük yöneticilerden birisi hiç kuşkusuz I. Elizabeth. İngiltere'yi altın çağına taşıması, İspanya'yı tarihinin en aşağılayıcı yenilgilerinden birine uğratması ve 40 yıl süren bir barış ortamı hazırlamış olmasının yanı sıra, pek çoklarının ilgisini çeken yönleri babası VIII. Henry'nin skandalları, annesinin babası tarafından öldürülmesi, kadın olmasının getirdiği toplumsal önyargıları aşmayı başarması, hiç evlenmemesi ve "bakire kraliçe" olarak tarihe geçmesidir.
- Golden Age, 1585 yılından başlayarak I. Elizabeth'in hayatının bir kesitini gözler önüne

seriyor. 1998'de çekilen "Elizabeth" filminin devamı olarak çekilmiş. 1585'te Elizabeth 27 yıldır kraliçe olarak tahtta ve tamı tamına 52 yaşındadır. Ne yazık ki yapımcı ve yönetmenler bu faktörü çok dikkate almamışlar sanırım, çünkü Cate Blanchett ancak 30larının sonunda bir kadın gibi görünüyordu film boyunca. Elizabeth'in yalnızlığı, sevgiye duyduğu açlık, insanların onu sadece kraliçe kimliğiyle tanıması ve sevmesinden duyduğu rahatsızlık, evlenerek güç kaybetme korkusu ve genel olarak ülke yönetiminin getirdiği yoğun stres ve endişe başarıyla aktarılmış film boyunca. Cate Blanchett'in çok doğru bir tercih olduğunu söylemeliyim. Kraliçeliğinden bir an olsun şüphe duymadım, çok güçlü ve asil bir oyunculuk sergilemiş. Ayrca, Elizabeth'e mahsus olduğu söylenen çabuk sinirlenme, kaliteli bir espri gücü, hırs ve kararlılığı da iyi yansıtmış.

- Görevi ve inançları ne olursa olsun, kadın veya erkek bir insanın aşktan uzak yaşayabileceğini düşünemiyorum. Uzak yaşamayı başarsa bile, düşüncesini uzaklaştırması pek mümkün görünmüyor. Elizabeth de bu düşünce doğrultusunda, aşık olmak ve aşık olunmak istiyor, ama seveceği erkeğin belki de kendine denk, statüsünü çok önemsemeyen ve kendisini olduğu gibi görecek birisi olmasını bekliyor. Filmde bu erkek, kraliçenin karşısına ne yazık ki 52 yaşında çıkıyor. O da, kendisinden 29 yaş küçük Mr. Raleigh. Daha sonra denize açılması yasaklanan ve kraliçe tarafından sir ünvanı verilen Raleigh aslında bir maceracı ve kaşif. Dönemin tüm denizcileri gibi Amerika'yı yani yeni dünyayı talan etmekle meşgul. Rahat tavırları ve dolaysız tavrıyla kraliçenin hemen ilgisini çeken Raleigh, bir yandan kraliçeye kur yapmakla meşgulken, bir yandan da kraliçenin hizmetindeki Bess'le ilişkiye girmekten, evlenip çocuk sahibi olmaktan geri kalmıyor.
- Açıkçası ben Raleigh ve kraliçe arasında yasak ve sonuçsuz bir aşk beklerken böylesi bir ihanetle karşılaşmak, Elizabeth'e karşı acıma duygularımı kabartmaktan başka bir işe yaramadı. Ama bu tavır, kraliçenin neden hiç evlenmediğine ve kimseye güvenmediğine dair açıklayıcı bir faktör de olabilir. Çünkü Raleigh'in evlendiği Bess, kraliçenin favori hizmetlisi.
- Sir Raleigh'i biraz araştırınca filmle tutarlılıklar görülüyor. Gerçekten bir kaşif, ve adını

kraliçenin bekaretinden esinlenerek koyduğu Virginia'da kolonileşme hareketleri başlatmış. İngiltere ve İrlanda'ya ilk kez patates ve tütün getirmiş olmasının yanı sıra şair, parlemento üyesi ve donanmada da görev alıyor. Hatta El Dorado efsanesini de başlattığı ve en sonunda bu uğurda hayatını kaybettiği de yazılı tarihte yer alıyor. İnsanların insan olduğunu unutup da, kusursuz özelliklere bürüme ihtiyacımız yüzünden olsa gerek, başlarda bana kraliçenin rüya erkeği gibi göründü ama sonra "Tüm erkekler aynı işte." klişe cümlesini kurdurdu :)
- Kraliçenin inatla evlenmemesi yüzünden olsa gerek, hakkında pek çok aşk dedikodusu var. Raleigh de bunlardan birisi. Burada romantizmden ve idealizmden uzaklaşıp, insanların çoğunun özünde kötülük olduğu düşüncesine sığınarak, naçizane fikrim şöyle: Kendisinden 29 yaş büyük bir kadına körü körüne aşık olmasını olası görmüyorum. Zaten aşık olsa idi, kraliçenin en yakınlarından birini baştan çıkarmazdı. Şan şöhret ve para peşinde koşan birinin kraliçenin yakın ilgisini araması kadar doğal bir eylem olamaz. Yani Raleigh, para uğruna yaşlı erkeklerle birlikte olan koket kızlardan farksız görünmüyor bana. Elizabeth'e gelince, o hayat şartlarında ve sevgisizlikte, karşısına çıkan ilgili, cazip ve çekici bir erkeğe aşık olmuş olabilir. Ya da çok zeki bir insan olduğunu bildiğimiz kraliçe de belki, yarattığı "bakire, masum kraliçe" imajının arkasında gücüne sığınarak beğendiği erkekleri elde etmekten geri kalmamıştır. Neyin gerçek olduğunu bilme şansımız yok.

- Filmin gerçekten çok güçlü bir kadrosu var. Genel rollerinin aksine iyi bir karakterle karşımıza çıkan Geoffrey Rush, çok iyi ama tanınmayan bir karakter oyuncusu olan Rhys Ifans, duygulu maço görüntüsü filme çok yakışan Clive Owen oldukça başarılılar. Film yansıttığı ilginç dönemin yanında sadece müthiş detayla çalışılmış kostüm ve dekorları için bile izlenebilir. Döneme ilgi duyanlardansanız, kaçırmayın derim.
-
ilhamavcisi'nin notu 8/10.
No comments:
Post a Comment