Meg Ryan'ı sevmeyen, beğenmeyen erkek görmedim bu güne kadar. Onun erkekler tarafından bu denli sevilmesi de, benim için erkek cinsinin tamamen yüzeysel olmadığına dair bir ipuçu. Her daim kısa saçları, tahta göğsü ve dar omuzları, asla aşırıya kaçmayan hatta oldukça sade giyim tarzı, hafif yamuk gülümsemesiyle bende bir Tweety imajı uyandırıyor Meg Ryan. Bana göre bizim neslin, ya da 90ların Doris Day'i demek de mümkün onun için. Seksapeliyle öne çıkmayan, neşeli, kibar, alımlı, aynı zamanda da zeki, kısa saçlı sarışın ve şirin iki kadın. Her ne kadar, 45'inden sonra azıp acaip filmlerde oynamaya ve cinselliğini ön plana almaya başlasa da, ki bu noktada düşüşü hızlanıyor, Meg Ryan filmlerinin çoğumuzda ayrı bir yeri var. Ve her ne kadar anti-feminist öğeler barındırıyor olsa da, Doris Day filmlerinin de bende ayrı bir yeri var.
Tom Hanks'e gelince, ondan kötü film beklemiyoruz zaten. Ona da işini iyi yapan, teknik, hata beklememezlik ve istikrar açısından beğendiğim bir aktör olarak bakıyorum. E yazar ve yönetmen Nora Ephron'un filmlerini zaten severim, yazık ki çok az film yapıyor kendisi. Böyle bir kadro bir araya gelince de ortaya şeker mi şeker bir film çıkıyor.
Meg Ryan'ın şehrin güzel bir yerinde annesinden kalan bir çocuk kitapçısı var. Hayalimin bir köşesinde ünlü bir yazar ve kitabevi sahibi olmak yatıyor ne yalan söyleyeyim. O yüzden mağazanın güzelliğini görünce içim eridi. Amma velakin 90lar malum, büyük zincir mağazaların son sürat yayıldığı ve küçük işletmecileri sahadan süpürdüğü yıllar. Genel olarak standardizasyonun artıp özgünlüğün azalmaya başladığı dönem. Bu noktadan da hareketle, Tom Hanks'in ailesinin sahip olduğu Fox Kitapçılık, tam da Meg Ryan'ın kitapçısının karşısına açılıyor. Tesadüf bu ya, ikisi birbirlerini tanımadan mailleşiyorlar. O yıllar mailleşmenin ve internetin büyük bir coşkuyla hayatımıza entegre olduğu yıllar, yani "hot topic!". Onlar yazışırken Tom Hanks yazıştığı kişinin Meg Ryan olduğunu anlıyor, rakip oldukları ve Meg Ryan Fox'dan nefret ettiği için kimliğini açıklayamıyor. Böyle böyle ikisi arasındaki ilişki gelişiyor ve tatlı bir sonla bitiyor.
Filmin tüm yumuşaklığı ve romantik komediye yaraşır her öğesine rağmen beni rahatsız eden noktaları var. Öncelikle, katı kapitalizme karşı çıkar gibi görünüyor. Meg Ryan kitapçısını kapatmak zorunda kaldığında ne kadar üzüldüğünü gösteriyor. Sonra diğer kitapçılarda müşteriyle küçük işletmenin ilgilendiği gibi ilgilenilmediğini ve büyük işletmelerin soğukluğuna, soğuk ama iyi işleyen yapılar olduğuna dikkat çekiliyor. Buraya kadar tamam da, tüm bunlar eleştirilir gibi görünürken, karakterler ha bire Starbucks'a girip çıkıp kahve içiyor. Gözümüze gözümüze Starbucks reklamı sokuluyor. Amerika'nın ortalama markalarının dünya pazarına çıkıp da her yere yayılması yetmezmiş gibi, bizde bu markalara üst kalite uygulaması yapılması cabası. Hatırlayın, McDonalds ve Burger King Türkiye'ye ilk geldiklerinde aman ne özel bir şeydi oralara gitmek. Oysa Amerika'da çoğunlukla orta alt ve alt ekonomik kesimin tercih etmek zorunda kaldığı yerler buralar. Aynı şey Starbucks ve diğerleri için de geçerli. Oralara gidip ellerinde isimleri yazan kağıt bardaklarla havayla oturup sosyalleşen gençlere, kahvelerinin "blind test" denilen tadım testini geçemediğini hatırlatmak gerek.
Her neyse, bir romantik komediden bu çıkarımları neden yaptın, ne gereksiz demeden sizler, en iyisi yazıyı bitirmek. Bu film siyah beyaz klasik bir filmden (The Shop Around the Corner) esinlenilmiş, onu da mutlaka izlemek istiyorum. Hala izlememiş ergen nesildenseniz, mutlaka izleyin. Buradan dişi arkadaşlarıma sesleniyorum: Eşinize, sevgilinize romantik komedi izletemiyorsanız, Meg Ryan filmlerini deneyin. Bu da onların en iyi örneklerinden biri.
- ilhamavcısı'nın notu: 7/10.
No comments:
Post a Comment