Tuesday, February 7, 2012

HARRY POTTER VE FELSEFE TAŞI (HARRY POTTER AND THE PHILOSOPHER'S STONE)

- Herkesin sevdiği, bir anda popüler olmuş şeyleri sevmeme gibi bir takıntım var. "Cesur Yürek" Batı Sineması'nda tam 62 hafta kalmıştı ve koyu bir sinema-sever olan ben inatla gitmemiştim filme, hala da tamamını izlemiş değilim.

- 2000'lerin başında dünyayı saran Harry Potter çılgınlığı sinirlerimi bozmuştu. Daha önce de büyü dünyasına ait romanlar, karakterler vardı. Tüm gazeteler, dergiler, televizyon programları neden bahsedip duruyordu acaba? Merakım sinirimi yenince bir yaz günü, kitapçıya koşarak aldım yedi kitaplık serinin ilk romanı "Harry Potter ve Felsefe Taşı"nı. Edebi değeri yüksek değil, anlatılanlar mitoloji, tarih veya psikolojiden farklı değil ama okuyanı saran farklı bir büyüsü var Harry Potter'ın. Başarısı ilgi çekici bir çok alanı bir potada eritip, güzel bir kurguda yedirmiş olması bence.

- Son yıllarda süper kahraman kavramı gittikçe değişiyor. Her şeyi yapabilen, gücü her şeye kadir, yenilmez ve oldukça zengin karakterler Superman, Iron Man, James Bond, Batman ve digerleri şekil değiştiriyorlar. Dünya belki de en sıkıntılı zamanlarından birini yaşıyor, süper güçler yerini kusurlu yönetimlere ve insanlığın zafiyetlerine bırakıyor. Son Batman ve James Bond filmlerinde de gördük, karakterlere daha insancıl yönler ekleniyor, zayıflıkları zaman zaman sorun olarak önlerine çıkıyor. Belki de ilk kez Spider  Man'le başlayan kusurlarıyla barışık ve fazla göze batmayan süper kahraman modası Harry Potter'la devam ediyor, ve insanların kitapta ve Harry'de kendinden bir parça bulmasına daha fazla olanak tanıyor.

- Harry anne-babasız bir çocuk. Teyze ve eniştesinin yanında büyüyor. Kendisiyle aynı yaşta bir kuzeni var. Ne teyzesi, ne eniştesi, ne de kuzeni Harry'i zerre kadar sevmiyorlar. Burada canımı sıkan bir nokta bu konunun fazlaca Kemalettin Tuğcu havasında, aşırı siyah-beyaz verilmiş olması. Harry'e çok kötü davranıyorlar, aç bırakıyorlar, hiçbir yere götürmüyorlar, giysi vs. almıyorlar, merdiven altında yatıyor, tam bir zavallı yani. Enişte ve kuzen boyunsuz domuzlar olarak tasvir ediliyor, teyze de kemikli at yüzlü, çirkin zayıf bir kadın. Kötü oldukları yetmiyormuş gibi bir de çirkinler yani. Harry'e acıyarak sevgi duymamızı sağlamak istemiş olabilir J.K.Rowling ama bir noktadan sonra abartılı hale dönüşüyor. 

- Derken Harry, 11. doğumgününde aslında büyücü olduğunu ve büyücü dünyasına ait bir okula gideceğini, o dünyada çok ünlü olduğunu öğreniyor. Burada, tam bir Alice/Aynanın İçinden sendromu yaşıyoruz.   Alice'in ikinci kitabı olan aynanın içinden Alice'in içinde bulunduğu dünyanın tam tersi bir dünyaya geçişiyle başlıyor. Harry büyü ve bu tür şeylerden nefret eden, sonuna kadar realizmi ve nesnelliği savunan bir ailenin yanında, bir "hiç" olarak yaşarken; sihirli bir dünyaya, hem de herkesin onu tanıdığı ve sevdiği bir dünyaya geçiyor.

- Okulda iyi arkadaşlar ediniyor. Bence kitabın başarılı olmasının en önemli nedenlerinden bir tanesi de dostluk temasının güzel işlenmiş olması. Ron, Hermione ve hatta Fred, George, Neville ve diğerlerinin karakterleri çok açık bir şekilde göz önüne seriliyor. Birbirleri ile olan ilişkileri ise merak uyandırıcı ve sürükleyici oluyor.

- İlk yılında anne ve babasını öldüren, alnındaki yara izine sebep olan ve büyücü dünyasını yıllar önce kaosa sürükleyen kötü büyücü Vodemort'un ölmediğini ama güçsüz düştüğünü öğreniyor. Okuldaki kuleleri tanıyor, büyücü dünyası hakkında bilgiler ediniyor, Draco Malfoy gibi düşmanları oluyor ve kitabın kurgusu gittikçe gelişiyor. Yıl sonunda, tüm yıl boyunca Karanlık Sanatlara Karşı Savunma dersinin hocası Quirrel'in kafasında saklanmakta olan Voldemort'un okulda saklanan ve sonsuz hayat ve zenginlik sağlayan felsefe taşını çalmaya çalıştığını anlıyor, Ron ve Hermione ile birlikte engel olmaya çalışıyor.

- Tüm Harry Potter kitaplarının kurgusu aslında aynı şekilde. Kitap Harry'nin teyzesinin evinde, Privet Drive'da açılıyor. Harry'nin ne kadar eziyet çektiğini ve okula gitmek için can attığını görüyoruz. Her seferinde Harry'nin isteği dışında ev halkına büyüden kaynaklanan bir zarar veriliyor ve nefretle ayrılıyorlar birbirlerinden. Okula geliyor, dersler, küçük maceralar, Quidditch, Malfoy'la atışmalar, Snape'den eziyet görme derken Voldemort bir şekilde ortaya çıkıyor ve karşılaşıyor, çarpışıyorlar. Sonra okul bitiyor ve yazı geçireceği Privet Drive'a geri dönüyor. Sadece ilk kitaba kıyasla, ilerleyen kitaplarda yazı tekniğinin bir parça geliştiği söylenebilir. Kurgu ise her kitapta oldukça başarılı. Sağlam kurgu -mantık hatalarına rağmen-, çok fazla karakter olması, bir çok insana ait hikayeler oluşturulması, büyü dünyasına dair ilginç detaylar kitapları okunur kılıyor ve her yaştan insanın ilgisini çekiyor.

- İlk kitapla ilgili bana ters gelen bir kaç nokta şöyle: Dumbledore madem Harry'i çok seviyor, neden bir gece yarısı iyiliklerinden şüphe ettiği insanların yanına bırakıp gidiyor? Dumbledore madem her şeyi biliyor ve görüyor, Harry o kadar eziyet çektiği halde neden 10 yıl boyunca hiç bir müdahalede bulunmuyor? Bu kadar önemli bir çocuk Hogwarts'a başlayacakken, neden büyü yeteneği olmayan ve sakar biri olan Hagrid'e teslim ediliyor? Harry'e neden kimse bir şey anlatmıyor? Hogwarts bu kadar güvenli ise, Karanlık Sanatlara Karşı Savunma Hocaları neden hep kötü çıkıyor? Baykuşlar kimin nerede olduğunu biliyor, ve ona göre mektupları götürebiliyorlarsa, büyücülerin saklanması imkansız olmaz mı? Hogwarts hocalarının hepsi bekar mı ve çocukları yok mu?

- Her şeye rağmen, Harry Potter sever olarak tanımlayabilirim kendimi. Zaman zaman tekrar tekrar okuduğumu da itiraf ediyorum. Zaman bu kadar değerliyken aynı şeyleri okumak ne kadar mantıklı bilmem ama, bana mutluluk verdiği kesin.

No comments:

Post a Comment