Tuesday, February 7, 2012

AT VE ÇOCUK (THE HORSE AND HIS BOY)

Narnia Günlükleri serisinin üçüncü kitabı At ve Çocuk. Aslında Türkçe çevirisi isminin nüansını yansıtmıyor, çünkü orijinal isim "The Horse and His Boy", at ve onun çocuğu anlamına geliyor. Yani at ve sahibi kavramı yer değiştirmiş oluyor.  Bu kitabın genele göre farkı dört temel kahramanımızın yan rollerde olması, hatta hemen hemen hikayede hiç yer almamaları.

Ana karakterimiz Shasta, bir balıkçı tarafından evlat edinilmiş sarışın tatlı bir çocuk. Henuz 10 yaşlarında. Babası ona her ağır işi yaptırıyor ve hor görüyor. Shasta hayatından mutsuz yani. Bir gün yaşadıkları yere bir Tarkaan (!) geliyor. İsimden anlayacağınız üzere, yazar Lewis de Türk kültüründen oldukça etkilenen ve kullanan edebiyatçılardan birisi. Tarkaan güçlü, soylu ve zengin savaşçı anlamında kullanılıyor, Tarkeena da bu grubun dişi üyelerine deniliyor. Tarkaan Shasta'yı görüyor ve babasından satın almak istiyor. Baba da bu karlı teklife karşı koyamayıp pazarlığa girişiyor. O sırada Tarkaan'ın atıyla ahırda bulunan Shasta onları duyuyor ve kaçmaya karar veriyor. O anda da at onunla konuşmaya başlıyor! Vakti zamanında Narnia'dan kaçırıldığını, oradaki atların ve diğer hayvanların konuşabildiğini, burada diğer aptal atlarla bir arada kalmak ve susmak zorunda kaldığını anlatıyor Shasta'ya, ve kendisiyle birlikte kaçabileceğini söylüyor. Shasta'nın hız için bir ata, atın da başıboş zannedilmemek için göstermelik bir sahibe ihtiyacı olduğu için anlaşıyorlar ve yola koyuluyorlar. Yolda Shasta'nın yaşlarında olan bir Tarkeena ile karşılaşıyorlar. O da zorla evlendirileceği için, sahibi olduğu konuşan atla Narnia'ya kaçıyor. Shasta'nın atı ve Tarkeena yol boyunce ukala tavırlarıyla çocuğu çileden çıkarıyorlar. Başlarına çeşitli maceralar geliyor. Aslında bu kitap Orta Doğu masallarını çağrıştırıyor, çöl havası veriyor insana. Anlatılan mekanlar ve insanlar da oralardan çıkma. Gerçi Narnia' ya kadar hemen herkesin kötü gösterilmesi de ayrı, yazarın düşüncelerini sergiliyor belki. Narnia'ya gittiklerinde olaylar tersine dönüyor, Shasta'nın kralın kayıp oğlu olduğu anlaşılıyor. Onca yıl ezilmenin karşılığını almış oluyor böylece. 

Çarpıcı noktalardan biri, bizim Peter, Susan, Edmund ve Lucy kardeşler büyümüşler. Kral ve  kraliçeliklerinin tadını çıkarıyorlar. Susan'a evlilik teklifleri yağıyor. Filmlerde gördüğümüz Susan cesur, çok iyi okçu ve savaştan kaçmayan bir kızken, kitaplardaki Susan giyim-kuşam düşkünü, aşk-meşk peşinde, biraz düşüncesiz, savaşlarda etkisiz -hem de iyi bir okçu olduğu halde- ve çoğumuzun pek de hoşlanmadığı bir tip olarak çiziliyor. Örneğin Shasta ve diğerlerinin de katılacağı savaşa Susan neden oluyor, ama herkes savaşa giderken Susan gitmiyor!  Burada feminist bir tavır takınıp, Susan'ı savunmaya geçebiliriz ama böyle kızların varlığını görmezden gelmemize neden olmaz bu savunma. İrkilmeme neden olan tek şey, sıradan büyük bir kadın gibi davranıyor denmesi Susan için. Binlerce yıl kadınları sadece güzelikleri ile değerlendiren, mal varlığı ve miras, çalışma haklarını elinden alan, savaşlara, politikaya dahil etmeyen, toplumun ve hayatın - daha doğrusu dominant erkekler tarafından yürütülen tüm faaliyetlerden uzaklaştıran- bir kültürün yazarından bu cümleyi okumak beni çok da şaşırtmıyor. O kültürün temsilcilerinin bu konuda en çok yol katetmişlerden biri olduğunu düşünmekse sinir bozucu.

Sonuç olarak, bir kez başlamamış olsaydım bu seriyi okumaya, elime alıp da özellikle okuyayım demezdim. İçindeki zenginliklere rağmen yavan olmaktan kurtulamıyor, hatta okurken bana yer yer sıkıntı verdi bile diyebilirim.

- İlhamavcisi'nin notu: 5/10

No comments:

Post a Comment