Tuesday, February 7, 2012

ALACAKARANLIK (TWILIGHT)

- 14-15 yaşlarında bir genç kız ne ister? Aşka duyduğu merakın incinmeden giderilmesini, onu olduğu haliyle delice seven tutkulu birini, arkadaşlarına sevgilisiyle içten içe hava atmayı, okulun "cool" çocuğundan çıkma teklifi almayı, hiç çaba harcamadan sevilmeyi, korunmayı, sonsuza kadar aşk sözü verilmesini...Çok tanıdık geliyorsa eğer bu saydıklarım, dünyanın her yerinde hangi kültürden olursa olsun, her kadın hayatının bir döneminde böylesine sevilmek ve beyaz atlı prensinin kollarında erimek istediği içindir.

- Bella17 yaşında, annesi ve onun yeni kocası ile birlikte yaşayan, içe kapanık, biraz karanlık, bunalıma yatkın bir kız. Sarışın değil, renkli gözleri yok, popüler olmaya çok meraklı değil, kaşmir kazaklar giyerek okulun koridorlarında salınmıyor, ponpon kız olma gibi bir sevdası da yok. Yani, günümüz şekilci gençliğinden bir parça farklı. Annesinin beyzbolcu kocasıyla birlikte turneye çıkmasıyla, Bella polis olan babasının yanına Phoenix'e taşınıyor bir süre için.
- Güneşsiz iklimi, az nüfusu ve cansız sosyal hayatı ile Phoenix başta Bella için çok sıkıcı bir ortam oluşturuyor. Enteresan bir şekilde okulda büyük bir ilgi ve sevecenlikle karşılanıyor Bella ama kimse onun ilgisini çekmiyor, ta ki Cullen çocuklarını görene kadar. Doktor babaları, şehrin dışındaki malikaneleri, havalı tavırları, arabaları ve herkesten uzakta duran halleriyle Cullen çocukları okulda herkesin ilgisini çekiyor, ancak onlara yaklaşabilen yok. Tesadüfe bakın ki, Bella ve Cullen çocuklarının en yakışıklısı Edward biyoloji dersinde aynı sırada oturmak zorunda kalıyorlar.

- Amerikalılar için lise hayatı çok önemli. Dikkat ederseniz bir çok filmleri ve dizileri lise hayatının önemi ve zorluğuna değiniyor. Hepsinde de şablon aynı. Herkes tarafından itilip kakılan zayıf ve gözlüklü, ekose desen süveterli inekler grubu, futbol takımı ve takımın herkesi aşağılayan, genelde sarışın ve iri yarı olan kaptanı, süslü hatta kokoş ve burnu büyük ponpon kızlar, gazetede çalışan sol eğilimli ve genelde alay edilmeye eğilimli gazeteciler grubu vs. vs. Twilight da bu şablondan hareketle, havalı çocukla dışardan gelen sessiz kızın aşkını ele alıyor.

- Garip olan nokta şu ki, Edward ve ailesi vejeteryan olmayı tercih eden vampirler.  İnsanlardan mümkün olduğunca uzak kalmaya çalışıyorlar, ama ne hikmetse birkaç yüzyıl küsur yaşta olmalarına rağmen hala liseye ve üniversiteye gidiyorlar sürekli. Edward başta Bella'dan kaçmaya kalksa da sonmunda aşkına teslim oluyor ve dolu dizgin olmasını beklediğimiz bir aşk Amerikan muhafazarlığının sınırları içerisinde devam ediyor. Sonunda şehirde üç vampir daha olduğu, bunların insanları öldürdüğü anlaşılıyor, bir tanesi Bella'yı Cullen ailesinin yanında görüyor ve yemek için saplantı haline getiriyor. Edward ve Bella bu sapık vampirden kaçıyorlar, çeşitli badereler atlatıyorlar ve sonunda mezuniyet balosuna gitmeyi başarıyorlar. Filmin sonu ise kör göze parmak şeklinde bir devam filmini işaret ediyor.

- Twilight, Stephenie Meyer adlı üç çocuklu, Mormon bir ev kadınının yazdığı seri kitapların ilki. Film de bu kitaptan uyarlanmış. Amerikan muhafazakarlığı dediğim yazarın Mormon olmasından kaynaklanan bir kaç noktaydı. Örneğin Bella ve Edward ilk görüşte aşk ile sonsuza kadar birlikte olmaya karar veriyorlar. Aslında oldukça romantik ve şirin, ama bu aşkın oluşma aşamalarını hiç göremiyoruz ne yazık ki. Edward'ın tek söylediği, Bella'nın kanının tadının çok güzel olacağı! Edward Bella'yı sorgusuz sualsiz sahipleniyor, kendini onun güvenliğinden sorumlu hissediyor ve ikisi için tüm kararları alıyor, Bella da bu durumdan şikayetçi değil.

- Sonuç olarak, önce de yazdığım gibi, kadınların sahiplenilme ve sevilme ihtiyaçlarını tatmin ettiği için büyük bir başarı yakaladığını düşünüyorum. Gençlere yönelik fantastik bir aşk romanı olması da ilgiyi artırıyor. Aslında bir nevi vampir pembe dizisi de diyebiliriz. Meyer romanı ile beyaz atlı bir vampir yaratıyor günümüzün şekilci dünyasında hırpalana bir çok ruha, ve örnek aldığını söylediği Jane Austen gibi, mükemmel bir erkek sunarak gönüllere umut saçmaya çalışıyor. Ancak ne kitapta ne de filmde derinlik yok, karakterler çok yüzeysel, olaylar çok basit, toplamda ucuz diyebileceğim bir sonuç var.

- Filmi izlememe değen tek şey, Edward rolündeki Robert Pattison'dı. Daha önce Harry Potter ve Ateş Kadehi'nde Cedric Diggory olarak izlemiş ve ilerde kesinlikle başka filmlerde de göreceğimi düşünmüştüm, yanılmamışım. Normal hayattaki uyuz görüntüsünün aksine, filmlerde karaktere dönüşümü çok başarılı, yakışıklılık açısından da hiç fena değil :)

- ilhamavcisi'nin notu 5/10.

No comments:

Post a Comment