Tuesday, February 7, 2012

PRINCE OF PERSIA (PERS PRENSİ VE ZAMANIN KUMLARI)

 Sene 2006 olsa gerek. Aptal magazin dergilerinde (aptal ama okuyorum ben de!) boy boy Jake Gyllenhaal resimleri görülüyor. O zamanlar Reese Witherspoon ile birlikteler ama açıklamak istemiyorlar, masum ve mahçup pozları her yerde dolanıyor. Bir dönem resimlerinin hepsi Jake'in film setinden, Pers Prensi! Mavi gözlü, büyük ihtimalle estetikli, değilse de süper düzgün burunlu, Avrupai görünümlü bu güzel çocuk Pers prensini nasıl oynayacak diye düşünüyorum ve filmi beklemeye başlıyorum. Tam da filmi unutmaya başlamışken Mayıs 2010'da gidiyoruz filme.

Bilgisayar ve oyun teknolojilerine uzak biri olarak, ben bile çocukken oynamıştım oyununu. 90ların başlarında bilgisayarlar yavaş yavaş ofislere ve evlere girerken, babamın ofisine aldığı bilgisayarda haftasonları oynamaya gittiğimi hatırlıyorum. Koridorlar boyunca elinde kılıcıyla oradan oraya atlayan, çirkin savaşçıları yenen ve sonunda odasında bekleyen prensesi kurtaran prens. Yanlış hatırlamıyorsam oyunda da prens sarışındı. Pazarlama gurularının doğu korkusu ama bir yandan da merakı, İran prensini alıp sarışın yapıyor ve tüm dünyaya pazarlıyor, enteresan. O dönemler bir de Lary the Lizard diye bir oyun vardı. Biz büyük bir hevesle İngilizce öğrenen Anadolu Lisesi hazırlık öğrencilerinin arasında efsane halinde, Lary'nin verilen komutlarla neler neler yapabildiği konuşulurdu. Ben oyundan ve Lary'nin salak halinden çabuk sıkıldığım için, otel odası kısmına gelememiş ve herkesin sırıtarak Lary'e neler yaptırdığını anlattığı sıralarda olaya Fransız kalmış bulunuyorum.

Her neyse..Jake Gyllenhaal iyi bir iş çıkarmış, tatlı bir prens olmuş ama yine de bir Pers Prensi havası alamadım kendisinden. Neyse ki kardeşi Garsiv vardı da, o açığı o kapattı. Bazı roller bazı insanlara cuk oturuyor, onda da öyle olmuş. Tıpkı Yüzüklerin Efendisi serisindeki Eomer ve Faramir rolleri gibi. Sonrasında pek fazla göremedik kendilerini ama o rollerde gayet iyilerdi Karl Urban ve David Wenham. Ben Kingsley ihtiyaç duyulan otantik havayı katıyor ama kendisini kötü yürekli doğulu karakterlerde görmekten sıkılmış bulunuyorum.

Hikayenin güzel yanı, sınıfçı ve elitist soyluluk kavramına az da olsa farklı bir açıdan bakması. Kan bağı olmayan Destan'ın Kral tarafından evlat edinilip iki oğluyla kardeş olarak büyümesi güzel bir yan. Ama yine de aileden olmadığı ve soylu olmadığı zaman zaman kendisine sert bir şekilde hatırlatılıyor, bu da dünyanın realist kötü düzeni, ayrıca karaktere derinlik katmak adına gerekli :)

Hikaye Destan ve kardeşlerinin Alamut'u işgal etmesi, amcalarının oynadığı oyunlar, kardeşler arası çekişme ve dayanışma, Prenses Tamara ile duygusal yakınlaşma, Destan'ın kendini temize çıkarma ve ispatlama çabası ekseninde dönüyor. Filmi klasikleştirecek veya akıllara kazıyacak bir unsur yok. Bunda da yapımcı Jerry Bruckheimer'ın etkisi olduğunu düşünüyorum. Popüler olan, izlediğiniz yabancı dizilerin sonuna bir bakın, hepsinin yapımcılığını bu adam yapıyor. Dolayısıyla film de popülist bir yaklaşımla ortalamaya hitap etme çabasına yenik düşmüş olabilir.

Tüm bunlara rağmen izlenmez mi? İzlenir. Ama beklentiye girmeden izlenir. Bir de tabii oyunun fanlarının ne düşündüğünü öğrenmek gerek. Aslına benzemiş mi, bekleneni veriyor mu onlar için bilemiyorum. Görüntüler iyi tasarlanmış, İran'da geçtiğine inanılabilir, kostümler oldukça başarılı, oyuncular sırıtmıyor, bir de Prenses Tamara'nın kırçıl, kulak tırmalayan sesi olmasa daha da başarılı olabilir. Sonuçta, yağmurlu bir günde battaniye altında, patlamış mısır eşliğinde izlenir, mutlu sonuna sevinilir, birkaç saat sonra da tamamen unutulabilir..

ilhamavcisi'nin notu: 6/10

No comments:

Post a Comment