
Fragmanını ilk gördüğümde seveceğimi biliyordum. Tam da bu yüzden ve onun da seveceğini bildiğimden 29 Ekim'de Mahir'iresmen sinemaya sürükledim!
İzlediğim ve okuduğum onca şeyden sonra, artık birbirinin tekrarı gibi gelen yeni filmler ve kitaplar beni fazla etkilemiyor. Bulut Atlası'nı ne kadar beğendiğimi anlatmak için şunu söyleyebilirim: üzerinden dört gün geçmiş olmasına rağmen beni hala düşündürüyor ve heyecanlandırıyor. Son zamanlarda izlediğim en güzel, en detaylı, ince çalışılmış ve içimdeki düşüncelerin bir kısmına tercüman olmuş film oldu Bulut Atlası, ve bu yönüyle de beni oldukça mutlu etti.

Tadını bozmamak adına fazla anlatmayacağım, ama birbiri içine geçmiş ve döngüsel zaman kuramı üzerine kurulu altı şahane hikayenin birlikte anlatılmasına dayanıyor film. Bir kölelik zamanı Amerika'sına gidiyorsunuz, bir 1970lere, sonra tatlı bir İngiliz komedisine, oradan 1930larda iki müzisyen ve iki aşığın hikayesine, onlardan da iki farklı gelecek bilim kurgusuna başarıyla gidip geliyorsunuz.
Bir anlamda altı filmi harükulade şekilde tek filmde harmanlıyor Bulut Atlası. Makyajlar, bazı bariz hatalar dışında oldukça başarılı. Kostümler filmi izlemeyi daha keyifli hale getiriyor.

Oyuncuların altı hikayede farklı kişileri oynuyor olmaları beni pek eğlendirdi. Tom Hanks'in bende kredisi zaten çok, onun olduğu fimler bende iyi izlenim bırakıyor. Tabii ki özünde Tom Hanks olduğunu anlıyorsunuz karakterlerinin ama izlemesi pek keyifli. Jim Broadbent çok afacan ve başarılı. Rol kabiliyeti sınırlı Hugh Grant bile bir şekilde iyi gitmiş. Bir tek Susan Sarandon'u filmin bütününe pek sokuşturamadım, gözlerime yabancı kaldı.
Özünde, reenkarnasyon veya zaman döngüsü vardır diyor Wachowski kardeşler ve yazar David Mitchell. Herkesin bir rolü var, kimi şarlatan, kimi yaratıcı zekaya sahip, kimi savaşçı, kimi sömürgeci ve bunlar zamanlar içinde pek de değişmiyor. Değişim geçiren tek karakter Tom Hanks'in Zachary'si oluyor, bu da izlemeye değer.

Nihilist bir yaklaşımla, benim de pek çok kereler düşündüğüm "hayatlarımız aslında bizim değil" savını öne sürüyorlar ki, bunu düşünmek pek sevimli değil. Özellikle Somni 451'in hikayesinde bunu ve Matrix'in izlerini açıkça görüyoruz. Büyük firmaların yaşamamızı istediği gibi yaşıyoruz ve yapmamızı istediklerini yapıyoruz, karşı gelenler veya uyananlar da yok edilmeye çalışılıyor diyor hikaye de.
Bu nihilizme filmin sonundaki saf aşk ve geleceğe dair ümit serpintileri sünger çekiyor. Bunu da neyse ki tadında yapmışlar da didaktik bir şekilde göze batmıyor.

Bir de filmle ilgili yorumları okudum, onlara gelelim. Ben herkesin çok beğeneceğini beklerken baktım ki ahaliye ağır gelmiş Bulut Atlası. Çoğunluk filmin uzunluğundan, verdiği mesajların çokluğundan, hikayeler arası bağlantıyı kaçırmaktan, özetle karışıklıktan şikayet ediyor.
Ben de "hadi ama millet, biraz çalıştıralım paslanmış beyinlerimizi, o kadar da zor bir yanı yok" diyorum. Görsellik, düşünce, tarih ve felsefe ile ince ince işlenmiş bir film, gereksiz bir sahne göremedim. Ve tekrar ekliyorum, son zamanlarda izlediğim en iyi filmdi. Mutlaka görünüz, izleyiniz, izletiniz.
- ilhamavcısı'nın notu: 10/10.
No comments:
Post a Comment