Hayat hikayelerine bayılırım, anlatılan hayat kişinin kendi ağzından aktarılmış ise daha da çok. Kitap da söyleşi şeklinde olduğu için kolay akıyor.
Oktay Sinanoğlu 1934'te İtalya'da varlıklı, kültürlü bir aileye doğuyor. Savaş yüzünden yurda dönüyorlar. Babasını erken kaybettiklerinde aileleri kalabalık olsa da pek kimse annesi, kardeşi ve kendisine sahip çıkmıyor. Annesinin çalışması sayesinde zaman zaman zorla da olsa geçinip gidiyorlar.
TED Koleji'nde burslu okumaya başlıyor. Tabii ki okulun gözde öğrencisi oluyor ve burslu olarak Amerika'ya gönderiliyor. Sonrası herkesin bildiği gibi 26 yaşında Yale'de gelen profesörlük, bir dönemim bilim adamı pop starı olarak seminer seminer, konuşma konuşma dünyayı gezmesi, erken gelen emeklilik ve Türkiye'ye dönüş.
Bende kitabı okurken ve bitirdiğimde tabii ki bir hayranlık uyandı kendisine karşı. Amma velakin ufak tefek soru işaretleri de oluşmadı değil. Şöyle ki, bir meslektaşı olarak, üniversiteden mezun olur olmaz hiç iş hayatı görmeden akademik hayata dalanlarda dünyaya karşı naif teoriklikte bir bakış olduğunu düşünürüm hep. Sanki Oktay Sinanoğlu'nda da bunu gördüm gibi. Büyük laf ettim aslında ama bana öyle geldi.
Sonra, müthiş gürünen bir alçakgönüllülüğü var ki takdir etmemek elde değil. Burada hiç yayını olmadan burnundan toz aldırmayan, asistanlarına çanta taşıtan hocaları görünce ne kadar takdir etsen az. Ama tabii bir de haklı bir kendini beğenir yanı da var ki çok normal. Benim emin olamadığım ve muhtemelen olamayacağım nokta, uluslararası politika ile ilgili sebep olduğunu, yol açtığını söylediği şeylerdeki rolünün anlattığı kadar büyük olup olmadığı.
Sonuç olarak, kişilik yönünden bakarsak çokyönlü, yaratıcı, dahiyane zeki, girişken ve insan sever ama aynı zamanda optimist hayalsever bir imaj çizdi bana. Aile babası olarak bakarsak, üç evlilik ve üç çocuğu olduğunu biliyoruz. Ama anlattığı onca yoğunluk içinde onlara zaman ayırabilmiş olduğunu zannetmiyorum. Kariyeri adına çok büyük adımlar atmış kimsenin aile hayatının muhteşem olduğunu pek zannetmiyorum, istisnaları tabii ki olabilir.

En son olarak da, rahat bir hayatı bırakıp yurda dönmesi, anadilde eğitim için gösterdiği çabayı takdir etmek gerek. Hele de Yale gibi bir ortamı ve üretkenliğini bırakıp da, ödeneksiz, eski üniversitelere gelmek, kıskanç ve verimsiz meslektaşlarla saçma muhabbetler içine girmek o yaşta cesaret ister.
Tam karar vermeden önce birkaç konuşmasını da dinlemek gerek bence. Ama en azından, son 300 yılda dünyada en genç profesör olmuş zekaya ülkece sahip olduğumuz için gurur duymak gerek diye düşünüyorum.
Not: Ceviz Kabuğu'na katıldığı programı biraz izledim. Neden bilmiyorum, sezisel olarak güvenimi bir parça zedeleyen bir şeyler var kendisinde ama ne olduğunu çözemedim. Belki milletçe bu denli başarılara alışık olmadığımız içindir, bilmiyorum.
- ilhamavcısı'nın notu: 7/10.
No comments:
Post a Comment