Bu yazımı yegane takipcim ve can dostum İrma'ya adıyorum. O şimdi Amerika'da 5 yaşındaki ve yaklaşık 2 aylık oğullarına, ben de Türkiye'de 8 aylık kızıma bakıyorum. Yazıyı yazmamın nedeniyse, eskinin azılı feministleri olarak, yıllar içerisinde yaşadığımız önlenemez değişimler :)
Bizim azılı feministliğimiz öyle koltuk altı kıllarını uzatıp illa her konuda eşit olacağız diye radikal uçlara giden bir tarzda değildi. Biz aklın ve mantığın gerektirdirdiği orta yolları bulmaya çalıştık hep. İnsanları kadın veya erkek olarak sınıflamadan, birbirinden ayırıp rakip haline getirmeden ve ite kaka zoraki roller yüklemeden önce, insan olarak görebilmeyi hedefledik.
Her erkek illa güçlü, her kadın da anaç olmak zorunda değil bizlere göre. İnsanoğlunun kategorize etme merakını bir yana bırakırsak, her dönemin altyapısı insanlara farklı meslekler, farklı hayat tarzları sunuyor. Kadınların araba kullanamaması, erkeklerin ev işi yapamaması, kadının kariyerine odaklanamaması ve birinin eve diğerinin dışarı itilmesi ne kadar mantıksızsa; kadınlara illaki öğretmenliği erkeklere de mühendislik vb. meslekleri dayatmak da o kadar saçma.
İrma'cığımın da öyle düşündüğünü varsayarak, meritokrasiye inandığımı söyleyebilirim. Yani, bir kız çocuğu pilotluk veya inşaat mühendisliği okumak istiyorsa, ilerideki meslek hayatında karşılaşması muhtemel olan amele erkekler yüzünden engellenmesi çok acı. Bir kişi bir işi hakkıyla yapabiliyorsa, bırakınız yapsın, değil mi? Bundan daha doğal bir olay yok.
İşin kötü yanı, bırakın meslek seçmeyi, ülkemde hala kızlar okula, hem de ortaokul ve liseye gidebilsin diye kampanyalar yürütülüyor. Her ne kadar kampanyalar amaçları açısından şahane olsalar da, onların varlığına sebep olan düzen ve inanışlara inanmak çok güç.
Her neyse, bizim durumumuza geri dönersek, bizler iş hayatına hırslı başlangıçlar yaptık. Büyük firmaların kazanç sağlamaları üzerine, insan hakları ve duygularını hiçe sayarak kurulmuş düzene pek alışamamış olmamızdan olsa gerek, yıllar sonra akademik dünyada karar kıldık. Amma velakin akademi dünyasına girdik diye hırsımız azaldı sanılmasın (Türkiye'de pek çok üniversitede olay budur ne yazık ki), dört elle sarıldık işlerimize.
Zaman geçti, geçti, ve çocuk sahibi olmanın kaçınılmaz olduğu dönemlerde bulduk kendimizi. Bana öyle geliyor ki, eğitimli ve kültürlü kadınlara aşılanan şey çocuk yapmaması gerektiği. Doğumdan sonra çocuğu bırakıp gitmek bir türlü, gitmeyip evde kalsan işini kaybedeceğin, kaybetmesen bile geride kalacağın neredeyse kesin gibi. Karar vermek güç, doğum yaşının 30lara çıkması da bunun bir sonucu.
Kendi adıma, bir bebek bakmanın bu kadar güç, ama bir bir o kadar da tatmin edici bir iş olduğuna dair pek fikrim yoktu. Hayatında sadece bir kez bez değiştirmiş ve neredeyse hiç çocuk bakmamış biri olarak kızımı kucağıma aldığımda yüzme bilmeden denize atılmış gibi oldum. Aileler yanımızda olmadığı ve bebeğimi yabancı bir kadına emanet etmek istemediğim için de tek başıma üstelik! İç güdüleri dinlemek ve araştırıcı olmak öğrenmeyi kolaylaştırıyor. Bir de, anne kardeşliği denilen bir durum var hakkaten, kadınlar birbirine yardımcı oluyor bu konuda.
Annelik bir kadının yaşayabileceği en nadide duygulardan. Ve bir o kadar da zor ve emek isteyen bir görev, 7/24 tetikte olmayı gerektiren. Babalar peki bu sürecin neresine düşüyor? Ne yazık ki, kendileri ne kadarına dahil olmak isterlerse o kadarına. "Doğa mı", yoksa "yetiştirilme mi" tartışmasında ben insanların daha çok yetiştirilme şekillerine göre kişiliklerinin şekillendiğine inananlardanım.
Sorun şu ki, pek çok kişi kadınların doğuştan anaç ve verici; erkeklerinse tek yönlü ve gezici olduğunu savunacaktır size. Annelik hormonu olduğu doğru. Ama hiçbir şey tek bir sebebe dayanmadığı gibi, iyi anne olmak ve tahammüllü olmak da sadece bu hormona dayanmıyor. Anne olmanın içinde bir parça da toplumsal görevler yatıyor.
Bugün evde bebeğine bakmak isteyen bir babayı kaç kişi destekler merak ediyorum. Toplumun normaline uymayan her şey gibi onu da tuhaf bir durum olarak algılar ve genelin yaptığı neyse ona çekmeye çalışırlar eminim. Yerleşik görüş kadınların evde çocuk bakması ve erkeklerin dışardan para getirmesi yönünde. Benim görüşüm de, bunun da çiftlerin tercihine bırakılması yönünde. Tabii, süt gibi telafi edilemez bir faktör var anne ve bebeğin birlikte olmasını gerektiren.
Bir de, bebekler ister anne olsun, ister baba, kendilerini koşulsuz sevecek ve bunu gösterecek birine mutlaka ihtiyaç duyuyorlar ve bu ihtiyaçları fazlasıyla karşılanmalı bence. Onların gelişimini izlemek, karakterlerine ve mutluluklarına katkıda bulunmak muhteşem bir olay.
Hamilelik ve doğum kadına bahşedilmiş doğaüstü, mucizevi bir güzellik. Bu kadar zor bir süreci başarıyla tamamlayan milyarlarca kadın varken, uykusuzluğa, kendini başka insanlara adamaya, yorulmaya sesini çıkarmayan pek çok kadın varken, kadınların bünyesinde böyle bir güç varken, yüzyıllardır itilip kakılmaları karmanın bir şakası olsa gerek :) Belki de o bebeğine baktığı dönemde güçsüz ve yardıma muhtaç kalışının getirdiği sessiz bir kabullenme.
Uzun sözün kısası, anne ve bebeğin en azından ilk bir yıllarını içli dışlı ve beraber geçirmelerinden yanayım ben de. Bir bebeğin bundan ne derece faydalanabileceğini gözlerimle görüyorum ve böyle yaptığım için de mutluyum. Ama keşke çalıştıkları firmalar bu süreleri kadınların burnundan getirmese, erkek onlara bu süreçte bakıyor diye toplum onu göklere çıkarmasa, sırf bu zamanı bir arada geçirsinler diye kadınlar evlere kapanmaya mahkum olmasa, çocuk bakmak sadece fiziksel ihtiyaçlarının karşılandığı basit bir olay gibi algılanmasa, çocukların gerçekten geleceğimiz olduğu düşünülse ve ona göre onlara yatırım yapılsa, herkes yaşadığı düzeni verilmiş bir şekilde kabul etmek yerine şöyle bir sorgulasa da neyin niye yapıldığını idrak etse, şu kadın erkek kıyas ve kavgasına akıllı bir şekilde son verilse, herkes çeşitli becerileri ve hırsları, özgürlükleri olan insanlar olduğunu hatırlasa, tek bir doğru olduğunda bu kadar ısrarcı olunmasa...
No comments:
Post a Comment