Geçenlerde kitaplığımızda kitabına rastladım, bu ara çocuk edebiyatına iyice bir merak saldım ya, hemen daldım okumaya. Öncelikle yazarına dikkat çekmekte fayda var. Frances Hodgson Burnett ilk bakışta isimden kaynaklı erkek zannetiğim ama kadın olduğunu keşfedince sevindiğim yazarlardan biri. Secret Garden da ona aitmiş, bu da ayrı bir hikaye, okunup izlenip yazılmayı hak ediyor.
Küçük Prenses ne anlatıyor peki?
Malum İngilizler Hindistan'ı istila ettikten sonra pek çok asker de oraya göreve gitmiş. Küçük Sarah'nın babası Yüzbaşı Crewe de bu askerlerden biri. Sarah çok küçükken annesi ölüyor, kızına bakmak tek başına kalan yakışıklı, maceracı, sevecen, esprili, iyi yürekli ve sevgi dolu yüzbaşı Crewe'ye düşüyor.
İkisinin birlikte muhteşem bir kimyaları var. Birlikte oynuyor, okuyor, eğleniyor ve hayatın tadını çıkarıyorlar. Amma velakin, sıra okul zamanına gelince işler karışıyor. Hindistan'da yeterince iyi bir okul yok, Sarah da oradaki diğer çocuklar gibi zamanı gelince İngiltere'ye yatılı okula gidiyor.

Kader bir gün öyle bir gün böyle misali, doğumgününde büyük bir parti veren ve tam hediyelerini açmak üzere olan Sarah, okul müdiresinden kötü haberi alıyor. Küçük bir asker gibi acısına direnmeye çalışırken bir de parasız ve evsiz kaldığını öğreniyor. Miss Minchin ona lütfen bakacağını ama bunun için büyük minnetler içinde olması gerektiğini ve yapacağı çok işler olduğunu söyleyince tam olarak dibe batmış oluyor.
Güzel odasından tavanarasında küçük bir odaya transfer oluyor. Okulun ayak işlerine koşuluyor ve küçük sınıflara Fransızca dersi vermeye başlıyor. Günler getikçe işler artmaya, girdiği dersler ve diğer öğrencilerle birlikte katıldığı yemekler ve muhabbetler azalmaya başlıyor. Sudan sebeplerle yemekleri verilmiyor, elbiseleri küçülüyor ama kimse ona yeni bir elbise alma zahmetine girmiyor. Sebepsizce azarlanıyor, dalga geçiliyor, odasında üşüyor ve çoğunlukla aç yatmak zorunda kalıyor.
Kitabın sevdiğim yanı şu, Sarah bütün bu ters gidişat içinde bile inandıklarından vazgeçmiyor, içindeki sesi daha da güçlendirerek kendini ezmiyor ve içinde bulunduğu her an ve ortamın keyfini çıkarmaya, faydasını bulmaya çalışıyor. Sonuçta da bu tutumunun mükafatını alıyor ve bana dedirtiyor ki, farklı olan farkını her ortamda zaten gösteriyor.
Kendi payıma ben, yapmak istemediğim ve kendimi içinde tanımlayamadığım pek çok işi ve kendime acıdığım onca zamanı düşündüm Sarah soğuk yollarda getir götür yapıp da ayakkabıları eskir, giysileri küçülür ve aynada artık tanıyamadığı yorgun yüzüne bakarken. Keşke daha dirayetli ve inatla başı dik davransamıydım diye de düşünmeden edemedim. Ama zamanımız rekabet ve zorluk zamanı. Biraz burun sürtmeden bir şeyler elde etmek zor gibi görünüyor.

Film versiyonunda Sarah sonunda babasını buluyordu, aslında ölmediği anlaşılıyordu. Ben bunu hatırlayarak okuyup kitabı, sonuda babasının gelmediğini görünce pek bir üzüldüm. Bence bu kadar etkili ve eskimeyen bir kitap olmasında bunun payı var. Sonu iyi bitmesine rağmen aslında kötü bitmiş oluyor. Sarah tüm servetine kavuşmuş olsa da eski hayatına tam olarak kavuşamıyor, üstelik ezilip horlandığı bir dört sene geçiriyor boş yere.
Çocuklara hayatın pek çok yönünü, iyi insanları ve kötü insanları, iyi ve kötü olayları, güçlü bir kişilik kazanmanın ve devam ettirmenin önemini ve en güzeli de kitap sevgisini verdiği için güzel bir kitap bence, çocuklara mutlaka okutulmalı.
- ilhamavcısı'nın notu: 7/10.
.
No comments:
Post a Comment