Saturday, October 15, 2022

Prenses Lea'nın Günlüğü



Kitabı bambaşka şeyler okumak ümidiyle kütüphaneden aldım ve almak istemediğim tek bilgiyi içerdiğini görerek bitirdim: Carrie Fisher ve Harrision Ford ilk Star Wars filmi sırasında yasak aşk yaşamışlar!

Carrie Fisher'ın annesi Debbie Reynolds'ı kendisinden önce, Singing in the Rain filmi ile tanımıştım. Çıtı pıtı, zarif ve yüzünden sevimlilik akan yetenekli bir kadın olarak aklımdadır. Babası Eddie Fisher ise ünlü bir şarkıcı. İki ünlü ebeveyn ile büyüyen ve İngilizler'in deyimiyle annesinden farklı bir şekilde "plain" olan, yani çarpıcı bir güzelliğe sahip olmayan Carrie'nin hayatı babası annesini Liz Taylor için terk ettiğinde değişiyor. Bir çocuğun küçükken ebeynlerinin sürekli varlığına ne kadar ihtiyaç duyduğunu fark etmeden aşklarını çocuklarının önüne koyan insanları hala anlamıyorum, anlamak da istemiyorum. Modern psikolojinin "siz mutlu olmazsanız çocuğunuzu mutlu edemezsiniz" veya "kaliteli zaman geçirme" kavramlarının kişisel amaca yönelik çarpık kullanıldığını düşünüyorum. Her neyse, Carrie bu olaydan sonra da artan şekilde vücudunu ve kendini beğenmeme, kendini değersiz hissetme gibi sorunlar yaşıyor. 

Kendisi öyle olmadığını söylese de, bence ünlü bir ortama doğmuş olmanın etkisi ve hazır bağlantıları ile oyunculuk yapmaya başlıyor ve Star Wars'daki Lea rolünü kapıyor. Gerisini hepimiz biliyoruz. Kimsenin çok beklentili olmadığı film patlama yapıyor ve seri milyonların kalbinde farklı bir tahta oturuyor. 

İşte bu noktada benim kitaptan beklentim filmle ilgili  ve filmin yazarın hayatına etkisi ile ilgili şeyler anlatıyor olması idi ki, bunlara hiç değinmeyen ve pek de ihtiyacım olmayan başka bilgilerle donandım. İlk film İngiltere'de 3-4 ay gibi bir sürede çekilmiş. Carrie 19, Harrison 33 yaşında ve evli imiş. Carrie Harrison'a çok aşık olmuş, hatta evliliğini bitirip kendisiyle birlikte olacağını hayal edermiş. Bazı kadınların bu başkası onu mutlu edemiyor, ben mutlaka ederim egosu, inancı, naifliği, ne derseniz bilemem, topluma çok zarar veriyor :) Bu noktada tek eşlilik ve evliliğin gerekliliği de tartışmaya açılabilir ama o başka bir konu. Harrison Ford'a ve onun özelinde tüm erkeklere diyecekse artık pek fazla sözüm yok, güvenim de yok, maalesef çok sempatim de yok. Sadece bedensel sevişmeyi ilkel buluyor ve onları da bu nedenle değeri azalmış bir şekilde algılıyor olabilirim. İstisnaları mutlaka vardır. Denk gelene mutluluk ve başarı diliyorum. 

Aldatma hikayelerini çekici bulmuyorum, anlatılma sebepleri ne olursa olsun olaydan habersiz kalmış bir kişinin suskunluğu beni rahatsız ediyor. Bir yandan da biliyorum ki toplumun her kademesinde öyle ya da böyle yaşanan bir hayat gerçeği bu olay. Ben evliliğe değer veriyorum. Birbirini sevmeye, ama içten ve koşulsuzca, değişikliklere ve zorluklara rağmen sevmeye, birbirini desteklemeye, birbirinin yoldaşı olmaya inanıyorum. Ama artık bunun da karşılıklı böyle yaşamayı kabul etmeyi istemekle mümkün olduğunu biliyorum. Evlendiğin kişiyi sevmekle birlikte, evliliği de sevmek gerekiyor. 

Nitekim, uzun sözün kısası, evlilik kurumunu seven ve İngiliz tarzı bir gelenekselcilikten (bunu da başka bir yazıda anlatayım) biraz hoşlanan biri için tatsız bir kitap oldu. Sevene, beğenene lafım olmaz tabii ki. 

- ilhamavcisi'nin notu: 4/10


No comments:

Post a Comment