Sadece film olarak bakarsam senaryoda hatalar bulmak mümkün, ama Türkan Şoray'ın yönetmenliğini hep sevmişimdir, verdiği duyguyu kendime yakın bulurum. Film de, sarsıcı bir aşk hikayesi olmasının yanı sıra toplumumuzun yapısını gerçekçi bir şekilde ortaya koyması açısından da başarılı. Birkaç sene öncesine kadar şöyle naif bir inancım vardı; bizlerin çocukluğundan (yani 80lerden itibaren) beri iyi ve kötü, doğru ve yanlış üzerine o kadar çok yazılıp çizildi, ülkemizle ilgili gelişmesi gereken şeyler öyle çok vurgulandı ki, artık aynı hataları tekrarlamaz, millet olarak el ele ilerleriz. Ne yazık ki pek ilerliyor gibi görünmüyoruz, pek birbirimizi kabul eder ve barış içinde yaşar gibi de görünmüyoruz. Benim o inançla çocukken Bodrum Hakimi'nde izleyip de artık görmeyiz bunları dediğim konuları hala yaşıyoruz.
Mesela, bilen bilir, filmde Kadir İnanır bölgeye hakim çok zengin bir ailenin yakışıklı oğlu Ömer. Kimseye aldırmadan, havalı bir şekilde yaşıyor, Bodrum ayaklarının altında. Bu arada Kadir İnanır gerçekten yakışıklı ve başarılı bir oyuncu, özellikle Türkan Şoray'la birlikte rol aldıkları filmlerde. Şahin bakışlı mafya filmlerini ve maço tavırlarını hiçbir zaman sevmedim. Neyse, bu aile yöre topraklarının çoğuna sahip, yerel halk onların tebası gibi konumlanmış ve devletin gölünü dahi kendi arsasının içinde diye çitle çevirip sahiplenmişler.

Biz ve bize benzer kültürler iyiyi ve kötüyü dışarıdaki daha büyük bir güçten beklediği, kader sorumluluğunu eline almaya korktuğu veya üşendiği için, ve dayandığı gücün isteklerine razı olmak zorunda kaldığı için bence. O yüzden asık suratıyla karizma kuran, tatlı sert baba figürü, para babaları, ağalar, maço ve sözde koruyucu erkekler bizim kültürümüzde hala önemli. Bireysel değil, toplulukçu bir millet olduğumuz için de grup içi normlarımız, baskı ve kurallarımız daha fazla. Kadınlar için bu kuralların neler olduğunu pek çoğumuz biliyoruz. Kadınlar topluluk içinde güç sahibi kabul edilmediği için, güç sahibi olan kişiye tabii hareket etmeleri gerekiyor çoğunlukla. Bu filmdeki hakim gibi normların dışında olan kadınlar içinse hayat biraz daha zor. Ve ne yazık ki biz ve bize benzer toplumlarda kurallar herkes için standart olan hukuk tarafından değil, güç kaynaklarının istekleri veya çıkarları doğrultusunda belirleniyor.
Ömer Bey de kendisine güç bahşedilmiş ama bunu sindirememiş pek çok insan gibi fütursuz, şuursuz ve küstah. Bodrum hakimine aşık oluyor, ama kadına aşkını sabah evini basıp zorla kolundan sürükleyerek, kaçırarak itiraf eden bir adam. Adam bunu yaparken ve kadın beni bırak diye bağırırken ses çıkarmayan, izleyen insanlar. Ve en kötüsü de, kasabanın en güçlü isimlerinden biri olan kadının, sırf insanlar bunu gördü diye ölmek istiyorum demesi. Hakimliğinden, zekasından ve başarısından öte, içinde bulunduğu toplum için önemli olan, o toplumun ona biçtiği namus rolü çünkü. Onu yerine getirmezse barınamayacağını biliyor.
Sonrasında evlenmeye karar veriyorlar, olabilir. Filmin senesi 1976, kimse evlenmek için senelerce birlikte olmuyor, hızlı aşık olunuyor, hızlı evleniliyor. Pek çok çift için düğünden önce birbirini görmek bile lüks. En büyük sürprizse, Ömer'in tanışmadan önce cinayet işlemiş olması ve bunu başkasına yıkması. Hakim hanım bunu öğrenince meslek etiği ağır basıyor ve sevgilisini mahkum ediyor. Ömer'in cinayeti, başkasını kendi yerine geçirmesi sanırım az rastlanılan bir olay değil. Sonuç itibariyle film kanunsuzluğun, eşitsizliğin romantizmi. Benim için de toplumsal yapımızın bir kısmını gösteriyor olması açısından üzücü.
Bir başka sürpriz ise, 1951 yılında gerçek Bodrum hakimi Mefaret Hanım'ın intiharı. Cumhuriyetin ilk kadın hakimlerinden biri olan Mefaret Hanım işinde başarılı, bakımlı, kültürlü bir kadın. 45 yaşında, nişanlısının ölümünden birkaç ay sonra intihar ediyor. Bu konuda çeşitli söylentiler var, biri üzüntüsünden yaşamına son vermesi, diğeri idama mahkum ettiği bir suçlunun ağabeyinin onu kaçırarak tecavüz etmesi yüzünden intihar etmesi, diğeri de Bodrum savcısına duyduğu aşk yüzünden hayatını sonlandırması. Düşününce, ilk ikisi en muhtemel sebepler gibi görünüyor. Mefaret Hanım'ın hayatını okurken dikkatimi en çok çeken husus, her sitede kendisinden 'erkek gibi ata binerdi' diye bahsedilmesi oldu.
Doğum sancısı bir çok erkeğin başa çıkabileceğinden daha büyük bir acı bir kere başlı başına. Dünyanın pek çok yerinde kadınlar ata biniyor, bir kadının ata binmemesi için bir sebep yok ve fırsat verilen insan pek çok işi başarıyla yapar diye düşündüm. Amerika'ya, Avrupa'ya gidip kadın otobüs şöförlerini, inşaat işçilerini görüp yadırgamıyoruz da, neden kendi kadınlarımızda bu gücü görmüyoruz hala aklım alamıyor.
- ilhamavcısı'nın notu: 5/10.
No comments:
Post a Comment