Friday, January 11, 2013

Jack Reacher

Tuhaf bir dine aşırı bağlılığım nedeniyle gözden düşmüş başarılı bir aktör olsa idim, yaşım da neredeyse 50ye dayanmış olsa idi, aşırı kendime güvenim ve sözlerim insanlarda antipati yaratmış olsa idi ve ben kendimi düze çıkarmaya uğraşıyor olsa idim, oynamak isteyeceğim filmlerden biri kesinlikle Jack Reacher olurdu!

Tom Cruise Nicole Kidman ile ayrıldığından bu yana yükselmek yerine ya yerinde sayıyor, ya da dibe batıyor. Daha da ilerilere gitmesi ve çok iyi filmler yapmaması için hiçbir neden yok bence. Tecrübe yetenek tamam, güzel gözler ve anlamlı bakışlar tamam, kısa boy hariç düzgün fizik tamam, ekran ışıltısı tamam. Ama Cruise'u batıran bence bir türlü gölgeleyemediği kocaman egosu.

Kendine güven güzel olmakla birlikte bir noktadan sonra itici olmaya başlıyor. Tom Cruise'u birçokları için gözden düşüren de bu.

Her neyse, Jack Reacher'ın fragmanını ilk gördüğümde hadi canım dalga mı geçiyorsunuz benimle diye düşündüm. Night and Day'den sonra abartı saçma bir ajan filmi daha yapmış diye düşündüm açıkçası. Abartılı konuşmalar, aşırı iddialı laflar, şaka gibi senaryolar, ancak ergenlerin hoşlanacağı filmler.

Amma velakin, filmi izleyince gördüm ki -evet ne yazık ki berbat bulduğum filmleri bile bazen izliyorum, öyle bir sinema sapığıyım işte :)- o kadar da kötü değilmiş. Çok iyi de değil ama!

Modern hayatın saçmalıklarından o kadar bunaldık ki insanlık olarak, son on yılda özellikle bir dolu kaçış karakteri üretiyoruz. Jack Reacher da onlardan biri. Ordudan emekli, süper hafızaya sahip, e-mail adresi, telefonu, bilgisayarı, bir sürü banka hesabı ve benzeri yerleşik düzeni olmayan ve mutluluğu bu kaçışta bulan zeki bir adam.

Karizmatik karakterlerin çoğu gibi Reacher da az konuşuyor, gereksiz yorumlar yapmıyor, analiz gücü çok yüksek, gereken yerde gerektiği gibi davranmayı biliyor ve tabii iyi dövüşüyor. Romanlarda 1.96 boyunda ve 100 kilo civarında tasvir ediliyormuş, Tom Cruise bu tanıma pek tabii ki uymuyor. Özellikle bara girdiği bir sahneye çok güldüm, içerdekilerin hepsinden daha uzundu, figüranları Hobbit köyü Shire'dan getirdiler sanırım :)

Reacher çoğu romanda düşmanını öldürüyormuş, hem de bazı durumlarda karşısında silahsız ve artık tutuklanabilecek halde olsa bile. Bu filmde de durum buydu. Ve ben bu durumdan pek hoşlanmadım açıkçası. Bu orada da kanuna inançsızlığın ve adaletin sivil ellerde uygulanmasına duyulan inancın arttığını mı gösteriyor diye düşünmeden de edemedim. Eskiden kahramanlar karşısındaki düşmanlar o an etkisizse öldürmez, ya adalete teslim eder, ya da Allah'ından bulsun diye olduğu yerde bırakırlardı. Tamam öylece bırakmak da çabayı boşa atmak gibi oluyor ve mantıklı değil bu devirde ama adalete teslim etse bari. Ben öyle düşündüm.

Filmin ana dişi karakteri Rosamund Pike'ı severim. İlk kez 2005 yapımı Pride and Prejudice'de izledim ve çok güzel buldum kendisini. Güzellik ve oyunculuk tamam ama şimdi çok yüzeysel yorumlar yapacağım, gözleri üzerinde çok çalışması ve saçlarını daha iyi taraması gerekiyor ne yazık ki.

Sonuçta film fena değil, öylesine izlenir, insana bir şey katmaz ama zaman geçirtir. Gelecekte Tom Cruise'dan daha iyi filmler görmeyi umuyorum. Öyle Mission Impossible, Jack Reacher gibi karizma ve uçucu karakterler değil, şöyle senaryosuyla ve her şeyiyle göz dolduran bir filmde izlemek istiyorum onu. Bu arada Jack Reacher romanlarını okur muyum acaba? Hiç zannetmiyorum!

- ilhamavcısı'nın notu: 5/10.

Thursday, January 3, 2013

Kürk Mantolu Madonna (Sabahattin Ali)

Sabahattin Ali'yi, Oktay Sinanoğlu'nun kendi hayatını anlattığı Türk Einstein'ı kitabında okuyunca merak ettim ve de Kindle sağolsun, Kürk Mantolu Madonna'yı bulup okumaya başladım.

Hayatta pek değer vermediğimiz, merak etmediğimiz uyuşuk ve kopuk insanlar vardır. Köşelerinde sessiz sedasız yaşar ve ilgimizi hakedecek bir varlık göstermezler. Sabahattin Ali bu noktada bizden ayrılıyor ve her hayatın içinde sürprizler barındırabileceğini öne sürüyor.

Uzun bir işsizlik döneminden sonra bir tanıdığının yanında işe başlayan Rasim, aynı odayı paylaştığı Raif Bey'i acınası bir ezilmişlik içinde bulmaktadır. Kendi kaybeden görüntüsü altında bu adamı incelemeye koyulan Rasim zaman içinde Raif ile bir dostluk kurar, onun hayatını araştırmaya başlar.

Evine de gidip gelmeye başlayınca gerçekten de acınası bir hayatı olduğunu görür. Sevmediği bir karısı, ilişkisinin çok zayıf olduğu çocukları, üzerinde yük olmuş birlikte yaşadığı akrabaları, hepsi Raif Bey'i ezmekte ve yaşadığı hayatı çekilmez yapmaktadır.

Rasim bir gün iş yerinde Raif Bey'in günlüğünü bulur ve gerçekleri öğrenir. Raif Bey aslında zengin bir Adanalı'nın oğludur, Almanya'ya okumaya gitmiştir. Orada Maria Puder ile tanışır ve kendisinin güçsüz taraf olduğu bir ilişkiye girer.

Sonra evlenmeden önce kısa süreli olarak Türkiye'ye döner, Maria'dan haber alamayınca unutulduğunu zanneder, onu aramaz ve kaderine boyun eğerek orada bir kızla evlenir, babasının servetini kaybeder. Yıllar sonra Maria'dan olduğunu öğrendiği kızını bile sahiplenmeye kalkmaz.

Hikaye çok ilginç olmasa da zamanına göre çok iyi ve incelikli yazılmış. Sabahattin Ali'nin insan psikolojisini anlama ve yansıtmada çok başarılı olduğunu düşündüm.

Amma velakin, karakterlerin hiçbirini sevmedim. Rasim zaten kaybetmişliği kabullenmiş bir miskin. Raif ise ondan da beter. Kendi adına bir şey yapma, insiyatif alma veya kaderinin yönünü değiştirmeye çalışma gibi bir çabanın ufak zerreleri yok onda. Yaşadıklarını hak etmiş diyesi geliyor insanın. Sırf bu yönüyle, romanı teknik açıdan başarılı bulmuş olsam da, insanın üzerinde yarattığı sıkışmışlık, kabullenme ve eziklik duygusu yüzünden sevmedim.

- ilhamavcısı'nın notu: 5/10.